Hayatımızın çoğunu iş ile ilgili geçiriyoruz. Neden olduğunu bilmediğimiz, elde olmayan etkiler sonucunda yapmak zorunda olduğumuz yapmayı seçtiğimiz mesleklerle geçirdiğimiz saatler ile geçen günler ve biten ömür. Yaşarken tek kesin şey ömrümüzün sınırlı olması gerçeği iken, hayatımızın çoğunu “yapmak gerekenlere” adamak neden? Eğer yaşamı kazanmak buysa, bu yaşamdan elimizde kalan ne oluyor?
Kazandıklarımızla elde edebildiklerimiz yine “yapmak gerekenler” içinde oluyorsa yaşadığımız sürede ne kadar “yaşamaktan” bahsedebiliriz?
Tabii ki insan “Acaba hayatımı düzenin içinde bir parça olarak harcayıp kendime ve hayata yabancılaşsam mı, yoksa hayatın her anında kendi hislerimi duyarak kendi seçimlerimi mi keşfetsem?” gibi bir seçenekle hayata başlamıyor.
Toplum üyesi olmayı öğrenerek başladığımız yaşamda,yine kısmen elde olmayan seçimler sonucunda geldiğimiz noktalarda bir süre sonra bazı insanlar kendi ihtiyaçlarını duymaya başlıyor. Cesareti olan, sorgulama seçerek, cevapların peşinden gitmeyi gerçek yaşam olarak görüyor.
Ancak fiziksel varlıklar olarak, dünyada fizik ve zamanla sınırlıyız. Yaşamla bağ kurduğumuz, karar verip gerçekleştirdiğimiz her davranışın dünya üzerinde zaman olarak bir bedeli var. Hayata geldikten sonra toplum üyesi olarak doğup, büyüyüp, okulunu okuyup, hedefi iyi bir iş sahibi olmak olan ortalama bir insan için, “ama neden ki?” sorusunu sormak bile, güvenli hissettiği yaşamından bir an vermek demek oluyor.
“Güya” olması gerekenler olmuşken, yapmak gerekenler yapılmışken, bir şeyler tam da olmamışsa, “neden” sorusunu sorma cesareti olan insanın bu zamanı yaratması mümkün değil. Ama insan, elindeki zamanı neye ayırdığını seçebilir.
Günü, enerjiyi ve sonunda hayatı, hayatta kalmak için yapmamız gereken işlere vermek yerine, nesnel ( kişinin öznel ihtiyaçlarıyla bağlantısı olmayan) işlere verdiğimiz yaşam zamanını azaltmak, bunun yerine bu zamanı dünyada bir tane olan, eşsiz ve süreli ömrü olan bir canlıyı, kendimizi tanımaya ayırmak da bu hayatı yaşamanın bir şekli olabilir.
Fiziksel varlıklar olduğumuz ve var olan şartları algımızın değişmesi hızında değiştirmek mümkün olmadığı için, iş hayatı ve standart insan olma gereklerini yok etmeden, ancak azaltarak, ( İngilizce’den devşirme şekliyle “minimize” ederek ) kendi öznel yaşamımızı çoğaltabiliriz.
Hegel’e göre “Sade ama basit olmayan, yalın ama yavan olmayan bir güzellik anlayışıdır” minimalizm.
Endüstriyel çağın etkisiyle artan tüketim sonucu, hızla ve bolca üretim, gereksiz üretim, bolca tüketimle hayatımızda gereksizce yer alan eşyalar her zamankinden daha çok dikkat çekmeye başladı. Belki tarihte hiçbir zaman dünyada bu kadar çok eşya olmamıştı. Şimdi bu fazlalık, insanlığa kendi sürecini sorgulatıyor.
Muhtemelen bu yüzden minimalizm konusunda akla ilk gelen konu eşyalar oluyor. Ancak bu felsefenin temeline bakarsak, hayatımızda özden uzak olan, gereksiz olan tüm fazlalıklardan kurtulma fikrini savunur. Fazlalıklar maddi ya da manevi, somut ya da soyut olabilir.
Bu anlayışı hayata entegre etmek için, içine doğduğumuz sistemde, kontrol dışında olan çokluklarla bağlantımızı azaltarak, öze yakın, kontrolümüz altındaki zamanı artırabiliriz. Hayatta kalmak ve para kazanmak için araç olan işlerimize verdiğimiz zamanı azaltarak, kendimizi tanımaya ve yaşama zaman ayırabiliriz.
Fizik kurallarına karşı gibi gelse de, aslında bu bir değer değişimi: Azalttıkça, azaldıkça çoğalıyoruz. Daha çok gerçek, daha çok kendimiz olmaya zaman ve özgürlük yaratabiliyoruz.